15 Nisan 2013 sabahı uyandım, herhangi bir sabahtan farksızdı. Ve o tatlı mahmurluğun arasından, dolaptan çıkarılan süt şişesinin ve kupaya dolan kahvenin sesini duyuyordum. Yarı uyanık, yarı uykulu uzanırken, kendi kendime " Evet! Kedilerim sonunda kahve yapmayı öğrenmiş" diye düşündüm. Evet! (Kahkahalar) Bunu görmek çok hoşuma gitmişti ve gözlerimi araladım ancak baş ucumda duran şeyi görünce mutluluğum daha da arttı. Uzun boylu ve çok yakışıklı bir adam! Tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım. Elinde iki kahve tutuyordu ve "Tatlım, sana kahve yaptım" deyince hafızam birdenbire yerine geldi. Yalnız Yılbaşı, yalnız Şükran Günü, ve yalnız Sevgililer Gününden sonra kocam Afganistandaki görevden dönmüştü ve artık evdeydi. Elimizde kahveler, samimi bir şekilde kanepeye oturduk ve televizyonu açtık. O anda ünlü atletler bitiş çizgisini geçiyor ve şu sözleri dinliyorduk: "ve 2013 Boston Maratonunun birincisi Lelisa Desisa bu maratondaki ilk yarışı." "Ne olmuş yani ilk kez katılıp kazandıysa? Ne var ki? Ben de katılacağım" diye içimden geçirdim. Kocama döndüm ve "Baksana, bugün bir şeyler yapalım mı" dedim. Hâlâ pijamalar içindeydik ve atletin biri 26.2 yapıyordu. Kalktık, giyindik ve öğle yemeğine çıktık. Yemekte kocam bana baktı ve "Hatırladın mı? Tatlım hatırladın mı?" dedi Ben de "Neyi hatırladım mı?" dedim. "Aynı restorantta ve aynı masadayız. Afganistana gitmeden önce, son yemeğimizi burada yemiştik. Eğer dönemezsem ne yaparsın onu konuşmuştuk veya kolumu bacağımı kaybedersem, ne olur eğer çok çok kötü bir şekilde yaralanırsam nasıl yaparız, burada konuşmuştuk." İki kokteyl söyledik sonradan düşündüm; iyi ki söylemişiz. Sonra şerefe deyip, planlar yaptık. Yani sadece bir asker ailesinin sevdikleriyle evde yapacağı planlardı. " Sonra bana baktı ve "Haydi gidip maratonu izleyelim" dedi. Ben de "Tabii, haydi o zaman" dedim. Tam Boylson Caddesini geçiyorduk ki "Güm" diye bir ses duyduk. Hatırladığım ilk şey kaldırımda yatıyorduk ve ben sol ayağımın olması gereken yerden akan kana bakıyordum. Kocamda şarapnel yaraları vardı. Aklımdan iki şey geçti: Birincisi : O anda dünyada yanı başında olmak istediğim başka hiç bir adam yoktu. İkincisi: Buraya kadarmış. Ve böyle bir anda sadece karı kocanın birbirine söyleyebileceği şeyler söylemeye başlamıştık ki Bostonun cesur insanları beni apar topar en yakın hastaneye yetiştirdi. Orada öylece yatıyordum ve artık o bronz tenli, güzel, göz kamaştıran ve dans etmeye hep hazır dansçı değildim. Her tarafım kesilmiş, parçalanmış, tekrar birbirine zımbalanmış, dikilmiş ve yapıştırılmıştı. Şunu söyleyeyim hiç bir estetikçi bana bakmadı. Saçımın 10 santimi gitmişti. Bir trol soytarısı gibiydim. Üzerimde diğer insanların dokuları ve kanları vardı ve tam bir karmaşaydı. Ve ziyaretçilerim geliyordu. Ziyaretçilerim sürekli konuşuyor ve sürekli akıl veriyordu. Şunu fark ettim: İnsanlar ne söyleyeceklerini bilmediklerinde çok konuşuyorlardı. Küçüklüğümden beri, şu öğretilmişti; insanlar ne diyeceğini bilmediği halde bir şeyler söylüyorsa senin iyiliğin için söylüyorlardır sevdikleri için söylüyorlardır. Kafam karışmıştı ve şöyle düşündüm: O hemşire bana "Kendini toplasan iyi olur. Kendini toplasan iyi olur ailenin sana ihtiyacı var. Dört gün oldu, aş şunu artık. Ailenin sana ihtiyacı var Onları daha fazla üzme" diyordu. Gelen bütün ziyaretçiler de yüzüme şunu söylüyordu: "Daha önce gelmek isterdim ama ne söyleyeceğimi bilemedim." Yani biz acı çekenlere açıkça şunu mu söylüyorlardı: "Öyle biçimsiz bir haldesin ki, seninle aynı odada bile bulunamam." Böylece onların üzülmemesi için uğraşma işi bana düştü. Yani hastane yatağında yatan kişi gelenleri teselli edecekti. Bu yüzden, hiç inanmasam ve kendimi çok kötü hissetsem bile onlara "Tamam arkadaşım, iyi olacağım, yine dans edeceğim bütün o şeyleri yine yapacağım" demeye başladım. Üstelik bu kadar biçimsiz, parçalanmış, ve bu kadar dağılmış bir haldeyken. Evet, böyle kötü bir olay yaşandığında insanların söylediği ve yaptığı şeylerin sevgiden kaynaklandığı öğretiliyor fakat benim farklı bir düşüncem var. Sanırım bu sevgiden daha derin bir yerden geliyor. Bence bu korkudan kaynaklanıyor. Gerçekle yüzleşme korkusundan. Yani o telefonu alınca, bütün yol boyunca bir sürü şey söyler cümlelerimizi birbirine karıştırır, böylece acıyı hafifletmek isteriz. Ama bu gerçek korkusu varken kaç cümleyi birbirine eklersek ekleyelim, o acıyı hiç bir şey dindirmez. Her şeyi dinledim ama bacağım geri gelmedi. Korkunç gerçeği kabullenme korkusu bize daha berbat şeyler de söyletiyor. Bir arkadaşın veya tanımadığın biri, seni parçalanmış görünce, panikle sana şöyle bir şey söyleyebiliyor: " Yani en azından, hâlâ güzel bir yüzün var" Ben de cevabı yapıştırıyordum: "Madem konuyu açtın beynim ve popom da aynı güzelliktedir, sağol" (Kahkahalar) "Güzel bir yüzüm olduğunu fark ettiğin için teşekkürler. Zaten geriye kalan da bu. Minnettârım yani." Veya bir doktor gelebilir, benimki değil, başkası, tekerlekli sandalyede, odamda gezinirken elini omzuna koyup şöyle diyebilir; "Sana bir şey söylemem gerek. Bu sabah bir röportaj yapmışsın ve tekrar dans etmek istediğini söylemişsin. Şunu söylemeye geldim; ben yıllardır bu hastanede çalışıyorum. Kendini bu tür umutlara kaptırmasan iyi olur. O kadar yıldır hiç bacağı kesik dansçı görmedim. Bu mümkün değil, şansın ancak milyonda bir." Parmağımı kaldırıp şöyle cevapladım: "Eğer şansım milyonda birse o bir ben olacağım." dedim. Biraz da kaydırdım ve arkamı döndüm. (Kahkahalar) Diğer tarafa doğru sürdüm, bir yandan da fırçayı basıyor ve sözümün doğru çıkmasını umuyordum. En kötüsü bu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Eskiden arkadaşım olan biri geldi ziyaretime, neden mi eskiden ? Geldi ve şöyle bir şey söyledi: " Biliyor musun, kendi işimi kuruyorum, çöp maliyetleri çok yüksek. Korkunç maliyetli. Çok masraflı oluyor. Farkındayım, bu hastanede bacağının bir kısmını kesmişler, pek çok başka uzuv da kesiyorlar. Bacağının kalan kısmını kesmeleri ne kadara mâl olur, biliyor musun? Hanımlar ve Beyler ! Sözler çok güçlüdür. Kılıç yarası iyileşir ama dil yarası iyileşmez özellikle de zordayken söylenirse, aileniz veya siz zor zamanlar yaşarken. Benimle aynı şeyi yaşamanız şart değil ama o telefonu siz de alacaksınız anneniz, kardeşiniz, sevgiliniz akla gelmeyen zorluklar yaşadığında. Yani size rehberlik etmek için buradayım. Çünkü hiç istemesek de hepimiz o telefonu alacağız. Birinci ve en önemli madde: Odadaki havayı kabullen. Bir şeyler mi fırlatıyor? Ver bir şey fırlatsın. Televizyonda ağlanması gereken bir şeye, gülüyor mu? Sen de beraber gül. Sus pus oturuyor mu? Sen de sus. Duygular zaptedilemiyor. Biri ağır bir olay yaşıyorsa duygu derecesini anlaman gerekir, özellikle de bir hastane odasında yatıyorsa. Ona sakın, 5 dakika önce kapının dışında googledan baktığın bir şeyden bahsetme veya bu durumda senin dinin ne der, anlatma. Sadece yanında ol. Arkadaşı ol. Yağmurlu bir pazar, öğleden sonra kocamla bir sürü broşür el ilanı ve ülkedeki bütün dans stüdyolarından bana gönderilen dans tişörtlerini karıştırıyorduk ki hâlâ giyiyorum, teşekkürler, belki bugün de giymeliydim, ve bütün bu şeyleri karıştırırken iki broşüre rastladım, iki broşür, umarım bu odadaki hiç kimsenin onlarla işi olmaz. Birincisi: "Bir terörist saldırı sonrasında neler yapılmalı." İkincisi: "Kol veya bacak kaybıyla nasıl baş edilir" Kocama dönüp şunu sordum : "Bunları nereden aldık hiç hatırlamıyorum" Oda şunu söyledi: " Onlar mı? Terörist saldırısı olanı FBI getirdi. "Uzuv kaybıyla baş etmeyi" de ziyarete gelen bir destek grubu vermişti. Kaldırıp arkana attın, sonra da "Bunu neden verdiler anlamadım; benim kolum bacağım yerinde" demiştin. Hanımlar, Beyler! Bu şunun ispatı: Hazır değilseniz yardım kabul etmezsiniz. Ama o gün, ben hazırdım. O hazırdı. Ben bağırıyordum. O bağırıyordu. -Tatlım bağırdığım için kusura bakma- İkimizde bağırıp çağırıyor ve bu şeyleri karıştırıyorduk. Terörist saldırısını fırlatıp attım "Kalsın sağol. Başka gün" ve diğerini karıştırmaya başladım sonra kendi kendime vay canına! dedim Adam bak şuna, şu broşüre bak! Bu insanlara, bize faydalı olabilir. Bir uzuv kaybından sonraki yas aşamaları yas tutma ile aynı aşamalardan geçer. İşini kaybetmenin yası, sevdiğin birini bir arkadaşı kaybetmenin yası ile aynıdır. Şok ve inkar. Öfke. Depresyon. Yakarış. Daha çok öfke. Daha çok depresyon. Hiç hoş değil ama öyle. Sonra kabullenme ve diğer insanlara yardımcı olma. İnsanlara yardım etmek mi? Ben o aşamaya ulaşmak istiyordum. Ta şuradaydım ama bu şemayı görmek bile bana iyi gelmişti. Adam'a bunu insanlara anlatmam gerekiyor dedim. Bunu insanlara anlatmalıyız çünkü bir şeyleri değiştirebiliriz. İnsanlara yardım edecek insanlar böyle yapar. Size işe yarayan bazı örnek şeyler anlatayım, hastanede diğer hastaları ziyaret etmem istendiğinde öğrenmiştim, aileler benim trajedimin, diğer insanlara yararlı olabileceğini umuyordu. Hiç unutmam bir arkadaşım aradı ve: " Bakıyorum en sevdiğin dans programının geçen haftaki bölümünü kaçırmışsın. Bu gece tekrarı var. Piza getiriyorum, neli olsun?" diye sordu. Yalın. Dümdüz. Müthiş. " Peynir, bol peynir, duble peynirli lütfen. Hastane yemekleri berbat. Lütfen çabuk. İki paket yaptır. Birini dolaba atarım. İkincisi; Hiç unutmayacağım. Birisi bir bardak Starbucks bırakmış. Tam istediğim gibi bir Starbucks; her sabah ayılmak için içtiğimden. En çok etkilendiğim bu oldu çünkü kim getirdi, hiç öğrenemedim. Bugün söylemek istediğim şey; Hastane ziyareti kendimiz için değildir arkadaşlarımız ve sevdiğimiz kişiler içindir. Ona kahve götürmek için yolu değiştirir ve nasıl içtiğini öğreniriz. Bunu benim için yaptılar. Starbucks'a gidip o kahveyi benim için sipariş ettiler. Beni rahatlatacağını biliyorlardı. Bir arkadaşınız veya sevdiğiniz biri kirli ve parmak ucu delik çoraplar giyiyor ve bununla dalga mı geçiyorsunuz? Öyle rahat ediyordur. Ona o çorapları getirin. Faceebooktan kedilerinin ailesinin veya köpeğinin veya kedilerinin resmini bulup basın. Onlara götürün ferahlamalarını sağlayın. Gitmek zorunda değilsin. Bir şey söylemek zorunda değilsin. Bu bizimle ilgili değil. Konu kahraman olmak değil. Olmayın, hiç sorun değil. Sizi bu yükten kurtarayım, yok, yok bu stresten kurtarayım; git orada görün, çeneni kapa ve tek kelime etme. Sadece orada ol ve elini tut ille de bir şey söyleyeceksen kocamın bana söylediği şeyi söyle. "Aşkım, hiç anlamıyorum ama şunu sana mutlaka söylemem gerek anlamayı öyle çok istiyorum ki. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim." (Alkışlar) Teşekkürler Çok teşekkürler. (Alkışlar)