Teknoloji konusunda o kadar kötüyüm ki
şu an 41 yaşında olan kızımı
beş yaşındayken arkadaşına benimle
ilgili şöyle derken duymuştum:
Eğer bir şey kestiğinde kanamıyorsa,
babam kesildiğini anlamaz.
(Kahkahalar)
Dolayısıyla, bana verilen ödev
benim için aşılamaz bir engel gibi
görünse de elimden geleni yapmaya çalışacağım.
Bu geçen dört gün
boyunca neler duydum?
Bu TED'e üçüncü ziyaretim.
Birinde TEDMED'deydim, birinde de bildiğiniz gibi,
iki yıl önce normal TED'e geldim.
Sıradışı olarak nitelendirebileceğim bir şey duydum
bu konunun ancak çok az bir bölümünü önceki iki TED ziyaretimde duymuştum,
işte bu, birbiriyle örülmüş
iç içe geçmiş
bir sosyal sorumluluk bilinci
pek çok konuşmada karşımıza çıkan--
aslında küresel bir sorumluluk anlayışı,
kişisel çıkardan uzaklaştırmak üzere aydınlatmayı hedefleyen,
hatta bunun da ötesine geçen.
En etkileyici noktalardan biri
belki bir 10 kişinin
konuşmasında dile getirdiği,
onları dikkatlice dünlediğinizde ortaya çıkan; bu insanlar şunu söylemiyorlar:
İşte bakın yapmamız gereken budur, ya da sizden yapmanızı istediğim budur.
Diyorlar ki: İşte bu benim yaptığım şey,
çünkü bunu yapmak beni heyecanlandırıyor,
çünkü bu harika bir şey ve bunun bana getirileri oldu
ve elbette ki çok çok şey kazandırdı.
Aslında kastedilen eski bir kavram, bir eski Yunan anlayışı olan
özgün anlamıyla insancıllık, yani:
insana duyulan sevgi.
Ve yapabileceğim tek açıklama,
geçen dört gündür duyduğum bazı şeylerle ilgili olarak,
aslında bunların bir tür sevgiden kaynağını aldığı olur.
Ve işte bu bana inanılmaz büyük bir umut veriyor.
Ve anlaşıldığı üzere,umut
bugün benim hakkında konuşacağım konu;
ancak buraya gelinceye kadar tamamen aklımdan çıkmıştı.
Hatırladığımda da,
kelimenin anlamı için sözlüğe baksam iyi olur diye düşündüm.
Bunun üzerine, eşim Sarah ile birlikte biraz ilerideki
Pacific Caddesi'ndeki halk kütüphanesine gittik ve OED sözlüğünü aldık,
ve sözlükten baktığımızda umut kelimesinin 14 farklı tanımını gördük.
Ancak hiçbiri tam olarak
uygun olan tanım olduğu hissini vermedi.
Aslında bu da anlaşılır bir durum
çünkü umut soyut bir olgu, soyut bir kavramdır;
somut bir kelime değil umut.
Bu durum bana ameliyatları hatırlatıyor.
Bilirsiniz, bir hastalık için tek bir ameliyat varsa o işe yarar.
Ama 15 farklı ameliyat varsa hiçbiri işe yaramaz.
İşte aynı durum kelime tanımlarında da olur.
Apandisitinizde sorun varsa onu alırlar ve böylece tedavi edilirsiniz.
Ama reflü sorununuz varsa, 15 farklı tedavi vardır,
ve işte Joe Schmo bir yolu tercih eder
Will Blow bir başka yolu,
ancak hiçbiri işe yaramaz; işte umut kelimesinde de aynısı olur.
Tüm tanımlar en nihayetinde şu noktada birleşir:
iyi bir şey olacak beklentisi.
Ve ne buldum biliyor musunuz?
Umut kelimesinin Hint-Avrupa dillerindeki kökü
K-E-U şeklinde hecelenen ve
-koy- diye söylenen bir kelimedir,
ve aynı kökten kavis, eğri kelimesi de gelir.
Ancak Hint-Avrupa kökenindeki anlamı,
yöndeki bir değişiklik, farklı yönde gitmek demektir.
Ben bu durumu çok ilgi çekici ve etkileyici buluyorum,
çünkü son birkaç gündür duyduklarınız,
farklı yönlere gitme anlayışı aslında:
sorunlara özgü ve birbirinden farklı yönler.
Farklı paradigmalar vardır.
son dört gündür bu kelimeyi birkaç defa duydunuz,
ve zaten herkes Kuhn'ün paradigmalarına aşinadır.
Dolayısıyla şimdi biz umut kavramını düşündüğümüzde,
bunu, bakmakta olduğumuz yönlerden farklı yönlere bakmak
olarak düşünmeliyiz.
Bir başka tasviri, tanımdan ziyade tasviri, var umut kelimesinin
bana çok daha fazla hitap eden; Václav Havel'in bir tasviri,
olağanüstü kitabı "Sessizliği Bozmak" ta geçen.
Ona göre umut,
her şeyin tam olarak olması gerektiği gibi
olması beklentisini içermez;
her nasıl olurlarsa olsunlar
bir şey ifade edebilmeleri beklentisini içerir.
Beni ne kadar rahatlattığını anlatamam
bir kaç gün önce Dean Kamen'in görkemli sunumundaki
şu son cümlenin.
Doğru duyduğumdan emin olamadığım için
oturum arasında onu buldum.
İrice bir adamla konuşuyordu ama umursamadım.
Konuşmalarını bölerek, "Bunu mu dediniz?" diye sordum.
"Sanırım öyle," dedi.
Şimdi aynen tekrarlıyorum:
"Dünyayı Internet kurtarmayacak."
Bu muhteşem bir ifade. Dünyayı neyin kurtaracağını biliyor musunuz?
Size söyleyeyim. Dünyayı insan ruhu kurtaracak.
İnsan ruhuyla kast ettiğim kutsal bir şey değil,
doğaüstü bir şeyi de kast etmiyorum--
kesinlikle böyle kuşkucu birinden bu tür bir ifade çıkmaz.
Bahsettiğim,
her birimizde olan bu yetenek,
olduğundan çok daha büyük bir şey olma yeteneği;
kendi sıradan benliğimizden sıyrılarak başlangıçta
yapamayacağımızı sandığımız bir şeyleri başarmak.
Bu duyguyu hepimiz
çocuk doğumu esnasında hissederiz.
Kiminiz bunu laboratuvarlarda,
kiminiz iş tezgahlarında hissettiniz.
Bunu konserlerde hissederiz.
Ameliyathanede, yatağın başında hissettim ben bunu.
Kendimizin ötesinde bir yükselme durumu bu.
Ve inanıyorum ki, zamanla,
son bir kaç gündür pek çok konuşmacıdan hakkında parça parça şeyler duyduğumuz
insan ruhunun ögeleri bunu oluşturacak.
Ve bu odaya nüfuz eden bir şey varsa,
o da tam olarak budur.
Beni çok etkileyen
bir kavram var;
19. yüzyılın başlarında -
hatta ikinci 10 yılında-
27 yaşında Percy Shelley
adında bir şair tarafından hayat verilen.
Hepimiz Shelley'i
önemli bir romantik şair olarak tanıyoruz;
ancak çoğumuz onun aynı zamanda
mükemmel makalelerinin de olduğunu unutuyoruz.
Kendisinin en çok hatırlanan makalesi
"Şiiri Savunma" dır.
Makale yaklaşık beş, altı, yedi, sekiz sayfa uzunluğunda
ve yaklaşık üçüncü sayfadan itibaren de derinleşiyor ve anlaşılması güçleşiyor,
ancak ikinci sayfada bir yerlerde
"ahlaki hayal gücü" diye adlandırdığı
bir düşünceden bahsetmeye başlıyor.
Ve aşağı yukarı şöyle bir şey diyor:
Bir insanın -genel anlamda insandan bahsediyor-
çok iyi olması için,
açık ve net olarak hayal etmesi gerekir.
Kendisini ve dünyayı
başkasının hatta başkalarının gözlerinden
görebilmelidir.
Kendisini ve dünyayı -sadece dünyayı değil kendini de.
Bizden beklenen nedir
bu milyarlarca insan tarafından?
Bu insanlar, önceki gün Laurie Garrett'in
çok uygun bir tabirle umutsuzluk ve eşitsizlik
içinde yaşayanlar diye nitelendirdiği insanlar.
Onların çok haklı olarak
bizden istedikleri nedir?
Onların çok haklı olarak
ortak insanlığımız ve insan ruhu adına bizden istedikleri nedir?
Ne olduğunu tam olarak biliyorsunuz.
Çok fazla tartışma var
büyük bir millet olarak
bizim dünyanın polisi, güvenlik teşkilatı olmamız
gerekip gerekmediği konusunda;
ancak, hakikaten bizim dünyanın yaralarını
saran olmamız gerekip gerekmediği konusunda hiç tartışma yok.
Bu konuda kesinlikle hiç tartışma yaşanmadı
son dört günde bu odada.
Dolayısıyla, eğer dünyanın yaralarını saracaksak,
bu dünyadaki her mağdur insan -
bunlara Amerika'dakiler da dahil- bizim hastamızdır.
Her mağdur ulus ve belki kendi ulusumuz,
hastamız olur.
Bu noktada "hasta" kelimesinin kökenine bakmak ilginç olur:
Kelime ilk olarak Latince'deki dayanmak, acı çekmek anlamına gelen patior'dan geliyor.
Yine eski Hint-Avrupa köküne baktığımızda,
Hint-Avrupa dilinde payen diye söylenen
P-A-E-N diye hecelenen bir kelime olduğunu görüyoruz;
ve karşımıza ne çıksa beğenirsiniz, bu kökten merhamet kelimesi de geliyor.
Yani aslında çıkarılacak ders çok net: hastamız -
dünya ve mağdur dünya-
merhametimizi hak ediyor.
Ama merhametimizin ötesinde ve ondan çok daha büyük olan
bizim ahlaki hayal gücümüzdür;
ve bizim o dünyada yaşayan
her bireyle özdeşleşmemizdir;
onları büyük bir orman gibi değil,
ayrı birer ağaç gibi düşünmemizdir.
Elbette bugün bu çağda, asıl mesele her bir ağacın
araya girebilecek Washington'daki Bush tarafından
görünmez hale getirilmesine izin vermemektir.
(Kahkahalar)
İşte burdayız.
Biz,
ahlaki açıdan kendimizi
dünyanın yaralarını sarmaya adıyoruz, adamalıyız da.
Ve tekrar tekrar duyduk örneklerini --
son 15 dakikada bir tanesini dinlediniz--
bu şekilde kendilerini adamanın yanı sıra
o karizmaya ve zekaya sahip insanların örneklerini--
ve bence bu odada zeki kelimesini kullanmak çok kolay, Tanrım --
başarmak için gereken zeka
en azından arayışlarının başlangıcında
ve kuşkusuz bu insanlar başarmaya devam edecek,
her geçen gün daha çoğumuz onlara katıldıkça.
Şimdi, tıptan
bahsediyorsak,
ve iyileştirmekten bahsediyorsak,
birinin, hiç alıntı yapılmamış birinin sözünü aktarmak istiyorum.
Burada dünyadaki herkesten alıntı yapıldı gibi geliyor bana:
Pogo'dan yapıldı;
Shakespeare'den öyle çok alıntı yapıldı ki ters yüz edildi.
Bilindik bir tanrıdan alıntı yapmak istiyorum.
Bunu gerçekten söylediğini hiç sanmıyorum,
çünkü Hipokrat'ın gerçekte ne dediğini bilmiyoruz,
ama büyük Yunan hekimlerinden birinin
şunu dediğinden eminiz,
ve bu Hipokrat'a atfedilen kitaplardan birinde geçiyor,
ve bu kitabın adı "Temel İlkeler."
Şimdi size ne olduğunu okuyorum.
Öz itibariyle insan sevgisi üzerine
konuştuğumu unutmayın:
insanlığa, insanoğluna duyulan sevgi
ve bu insanoğlu
bu türden bir sevgiyi
hayata geçirebilir,
kimi durumlarda kişisel çıkardan uzak aydınlanmaya ulaştırabilir.
İşte o, iki bin dört yüz yıl önce diyor ki:
"İnsan sevgisinin olduğu yerde,
iyileştirme isteği de vardır."
Bunu biz bugün burada gördük
duyularımızla
hassasiyetimizle
ve son üç gündür
ve boyun eğmez insan ruhunun gücüyle.
Çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)