Bu akşam buraya geldiğinizde bu odadaki herkesin neredeyse aynı göründüğünü hayal edin: yaşsız, ırksız ve oldukça çekici. Yanınızda oturan kişinin son derece eksantrik bir içsel hayatı olabilir ama bir fikriniz yok çünkü hepimizin suratında sürekli aynı boş ifade var. İşte şehirleri ele geçiren korkunç değişim de bu, ancak burada konu binalar, insanlar değil. Şehirler; zorluklar ve gölgeler, doku ve renklerle dolu. Hâlâ özgün ve karakteristik mimari yüzeyler bulabilirsiniz; Riga'daki apartmanlarda ve Yemen'de, Viyana'daki sosyal konutlarda, Arizona'daki Hopi köylerinde, New York'taki kumtaşlarında, San Francisco'daki ahşap evlerde. Bunlar, saray veya katedral değiller. Yalnızca şehirlerin sıradan görkemini yansıtan sıradan konutlar. Böyle olmalarının sebebi, barınma ihtiyacının, insanın güzellik arzusuna fazlasıyla bağlı olması. Pürüzlü yüzeyleri, bize dokunulabilir bir şehir sağlıyor. Değil mi? Tuğlalara ve taşlara dokunarak okuyabildiğiniz sokaklar. Ancak bu gitgide zorlaşıyor, çünkü şehirler pürüzsüz hale geliyor. Yeni şehir merkezlerinde filizlenen kuleler, neredeyse daima beton ve çelikten yapılıyor ve camla kaplanıyor. Ufuk çizgilerine dünyanın neresinden bakarsanız bakın -- Houston, Guangzhou, Frankfurt -- ufukta hep aynı çok-parlak robot ordusunun ilerlediğini görürsünüz. Şimdi, mimarlar çok çeşitli malzemeleri kullanmayı bırakınca kaybedeceklerimizi düşünün. Graniti, kireç taşını, kum taşını, ahşabı, bakırı, pişmiş toprağı ve tuğlayı, çitleri ve alçıyı reddettiğimizde, mimariyi basitleştiririz ve şehirleri fakirleştiririz. Tüm dünya mutfaklarını havayolu yemeklerine indirgemek gibi. (Kahkahalar) Tavuk mu makarna mı? Yine de en kötüsü Moskova'daki gibi bu cam kuleler şehir hayatının kentsel ve toplumsal boyutunu küçümsüyor. Bu gibi binalar sahip ve kiracılarını zenginleştirmeyi amaçlıyor, geri kalanımızın hayatını, binalar arasındaki boşluklardan geçenlerinkini değil. Biz bunu bedavaya yapmayı bekliyoruz. Parlak binalar istilacı türlerdir ve şehirlerimizi boğup kamu alanlarını öldürürler. Binaların ön cephesi makyaj gibidir; biten bir binaya en son uygulanan dekoratif bir katman. Ancak sırf ön cephe üstünkörü diye derin olmadığı anlamına gelmez. Şehir yüzeyinin hayatımızı etkilediğine dair bir örnek vereyim. İspanya'da Salamanca'ya gittiğim zaman Plaza Mayor'a doğru çekildim, hem de günün her saatinde. Sabahın erken saatlerinde güneş cepheleri okşuyor, gölgeleri netleştiriyordu. Geceleri ise ışıklar binaları yüzlerce parçaya bölüyordu; balkonlar, pencereler, geçitler; hepsi kendi başına görsel bir hareketlilik içinde. İşte bu detaylar, derinlik, bu cazibe plazaya teatral bir kalite sağlıyor. Kuşakların buluşabildiği bir sahneye dönüşüyor. Kaldırımlarda yayılan gençler, bankları tekellerine almış yaşlılar ve hayat bir opera seti gibi görünmeye başlar. Salamanca'da perde açılıyor. Binaların işlevi ve yapılarıyla değil sadece dışlarıyla ilgili konuşsam da bu yüzeyler hayatımıza doku katıyor. Çünkü binalar etraflarındaki alanı oluşturur ve bu alan insanları kendine çeker veya iter. Bu farkın çoğunlukla dış mekânla ilgisi var. Salamanca'daki Plaza Mayor'un modern bir benzeri Paris'deki Place de la Défense'dir. Rüzgarlı, cam duvarlardan bir açık alan ofis çalışanlarının koşturduğu metrodan ofis hücrelerine doğru ve başka şeylere mimimum zaman harcayarak. 1980'lerin başında mimar Philip Johnson Pittsbourgh'daki European Plaza'yı yeniden yaratmaya çalıştı. Bu PPG binası camdan yapılmış iş hanlarıyla çevrili 2000 metrekarelik açık bir alandan oluşuyor. Binaları ufukta dikkat çeken metal parçalar ve Gotik kulelerle süsledi. Ancak zemin seviyesinde plaza adeta siyah bir cam kafes gibi. Yani, tabii, yazın çocuklar süs havuzunda koşturuyor ve kışın buz pateni yapılabiliyor ama sakin bir mekânın kayıtdışılığı eksik. Sadece oturup sohbet edebileceğiniz bir yer değil. Kamu alanları değişik nedenlerle başarılı veya başarısız olur. Mimari yalnızca bir faktör, ancak önemli bir faktör. Bazı yeni plazalar Melbourne'daki Federasyon Meydanı, Kopenhag'daki Superkilen gibi başarıya ulaştı çünkü yeni ve eskiyi, pürüz ve pürüzsüzlüğü, nötral ve parlak renk birlikteliği ve büyük oranda cam kullanmadılar. Şöyle ki cama karşı değilim. Antik ve kullanışlı bir malzeme. Üretmek ve taşımak, kurmak, yerini değiştirmek ve temizlemek kolay. Dev saydam yapraklar halinden yarı saydam tuğlalara kadar her şekilde bulabilirsiniz. Yeni kaplamalar değişken ışıkla modunu değiştirebiliyor. New York gibi pahalı şehirlerde gayrimenkul fiyatlarını daha fazla görüşe izin vererek arttırmak sihirli bir güçleri var bu da uçuk fiyatları meşrulaştırmak için sunabildikleri tek varlık. 19. yüzyılın ortalarında Londra'daki Kristal Palas'ın inşaasıyla birlikte cam, doğal modern maddeler listesinin en üst sırasına zıpladı. 20. yüzyılın ortalarına doğru özellikle Skidmore, Owings ve Merrill tarafından tasarlanan Manhattan'daki Lever House gibi görkemli işhanları sayesinde bazı Amerikan kentlerini ele geçirdi. Sonunda teknoloji öyle ilerledi ki mimarlar neredeyse kaybolacak düzeyde şeffaf binalar tasarlayabiliyorlardı. Bu esnada cam yükselen şehirlerin varsayılan malzemesi oldu ve bunun çok güçlü bir sebebi var. Dünya popülasyonu şehirlerde toplanırken talihsiz olanlar niteliksiz gecekondulara yığıldı. Ancak yüz milyonlarca insanın çalışmak ve yaşamak için daha büyük binalara ihtiyacı var, bu yüzden kuleler dikmek ve onları ucuz ve kullanışlı duvarlarla kaplamak daha ekonomik oluyor. Ancak camın dışavurumsal olma kabiliyeti çok sınırlı. Bu, Meksika'daki erken Hispanik şehir Mitla'da bir plazayı çevreleyen duvardan bir kesit. 2000 yıllık oymalar mekânın büyük bir ritüel öneme sahip olduğunu gösteriyor. Bugün bunlara baktığımızda oymaların etrafındaki dağların ve yağmalanmış arazinin taşlarından harabelerin tepesine yapılmış kilisenin arasında tarihi ve dokusal bir devamlılık var. Oaxaca yakınlarında sıradan sıva binalar bile canlı renkler, siyasi müraylar ve sofistike grafik sanatlar için bir tuval haline geliyor. Cam salgınının kolaylıkla yok edebileceği girift ve iletişimsel bir dil. İyi haber şu ki mimarlar ve geliştiriciler modernlikten uzaklaşmadan dokunun keyfini yeniden keşfetmeye başladı. Bazıları tuğla ve terakota gibi eski malzemeleri kullanmanın yeni yollarını buluyor. Diğerleri yeni ürünler icat ediyor, tıpkı Shonetta'nın kullandığı San Fransisco Modern Sanat Müzesi'ndeki dökümlü çatırdayan paneller gibi. Hatta Stefano Boeri yaşayan cepheler yarattı. Bu Dikey Orman Milan'daki bir çift toplu konut binası, en görünür özellikleri yeşil olmaları. Boeri bunun bir versiyonunu Çin de Nanjing için tasarlıyor. Eğer yeşil cepheler cam kadar yaygın olursa Çin şehirlerinde havanın nasıl temiz olacağını düşünün. Ancak gerçek şu ki bunlar çoğunlukla tek seferlik, butik işler ve kolay kolay dünya çapında yeniden yapılmaz. İşte konu da bu. Yerel öneme sahip malzemeler kullanıldığında tüm şehirlerin aynı görünmesini önlersiniz. Bakırın New York'ta uzun bir geçmişi var, Özgürlük Heykeli, Woolworth Binası'nın tepesi... ama uzun zaman önce modası geçti. SHoP Mimarları Amerika Bakır Binası'nı kaplamak için kullanana kadar. Henüz bitmedi bile ama gün batımının metal yüzeydeki yansımasını görebilirsiniz bu da zamanla yeşillenmesini sağlayacak. Binalar insanlar gibi olabilir. Yüzleri deneyimlerini yansıtır. Bu önemli bir nokta çünkü cam yıllandıkça, yenisiyle değişirsiniz ama binalar daha önce göründüğü gibi görünüyor, sonunda tamamen yıkılana dek. Tüm diğer materyallerin tarih ve anıyı saklama niteliği var ve bunu günümüze yansıtıyorlar. Ennead firması Salt Lake City'deki Doğal Tarih Müzesini bakır ve çinkoyla kapladı, bu madenler orada 150 yıldır çıkarılıyordu ve binayı okre tepelerine karşı kamufle ettiler, böylece bölgenin doğal tarihini yansıtan bir doğal tarih müzesi oldu. Çinli Pritzker Prize ödülü sahibi Wang Shu Ningbo'da bir doğal tarih müzesi inşa ederken sadece geçmişe dair bir kaplama yapmadı, anıları duvarlara işledi, bunu beton, taş ve kiremitle yaptı; yıkılan kasabalardan toplanan malzemeler. Mimarlar camı yenilikçi ve sanatsal bir şekilde kullanabilirler. Burada New York'ta iki bina, Biri Jean Nouvel, bu da Frank Gehry tarafından yapılmış, 19. Batı Sokağına bakıyorlar ışıkta bir senfoni gibi yansımalar dans ediyor. Ancak şehir büyüdükçe cam onun varsayılan malzemesi olursa, Aynalı bir salona dönecektir, sessiz ve soğuk. Şehirler içinde çok çeşitlilik barındırır, dünya kültür, dil ve stilleri buluşur ve harmanlanır. Bu çeşitliliği boğucu şekilde aynı görünen binalara baskılamak yerine tüm yerel deneyimleri ortaya çıkaracak bir mimarı benimsemeliyiz. Teşekkür ederim. (Alkış)