Sokrates’in zamanına kadar gittiğimizde, bazı toplumlarda belirli suçların halkın bir kısmına duyurulması gerektiğinin düşünüldüğünü görürüz. Birkaç yüzyıl sonra jüri sistemi İngiltere'ye geldi. Hükûmetin kontrolünü sağlayarak ve halkı karar alma sürecine dâhil ederek yasal sistemin temel bir parçası hâline geldi. Jüriler davalıların mahkemeye çıkıp çıkmayacağına, sanıkların suçlu olup olmadığına ve para ile ilgili meselelerin çözümlerine karar verdiler. Amerikan kolonileri İngiltere'nin egemenliğinden çıktıktan sonra da jüri geleneğini devam ettirdiler. Amerikan Anayasası ceza davalarının işleme koyulması için büyük jüriler, meclis soruşturması hariç tüm suçlar için ve tüm hukuk davaları için jüriler atamıştır. Ama günümüzde Amerika'da büyük jüriler genelde toplanılmıyor ve suç mahkemelerinin %4, hukuk mahkemelerinin %1'inden azına jüriler bakıyor. Bu sırada diğer ülkelerdeki jüri sistemleri yaygınlık kazanıyor. Peki Amerika'da ne oldu? Cevabın bir kısmı Yargıtay'ın Anayasa'yı nasıl yorumladığında yatıyor. Bu durum ceza pazarlığına yol açtı ve çoğu ceza mahkemesinde karşılaşılıyor. Olay şu şekilde oluyor: Savcı sanığa suçunu kabul edip etmediğini soruyor. Kabul ederse dava jürinin önüne gitmiyor. Ama jürili bir mahkemede alacağından daha hafif bir ceza alıyor. Daha ağır bir ceza alma riski masum bir sanığın bile suçlu olduğunu kabul etmesine yol açabilir. 19. ve 21. yüzyıllar arasında suç kabul etme oranı %20'lerden %90'lara çıktı ve bu oran gittikçe büyümeye devam ediyor. Yargıtay jüri sistemi ile çatışan duruşmasız sorgulama yöntemine izin verdi. Duruşmasız sorgulama ile yargıçlar davacının yetersiz kanıtı olduğu hukuk davalarını iptal edebilirdi. Bunun sadece hiçbir mantıklı yargıcın farklı düşünmeyeceği durumlarda kullanılması istenmişti. Tabi ki bu karar vermesi zor bir durum. Ve duruşmasız sorgulamalar bazılarını suistimal olduğunu düşündürecek noktalara kadar gelmiştir. Örneğin yargıçlar iş verenlerin istihdam ayrımcılığıyla alakalı davalarının geri çekilmesi taleplerinin %70'ini kısmen ya da tamamen onaylıyorlar. Başka durumlarda ise hem davacı hem davalı mahkemeye çıkma haklarından vazgeçerek profesyonel arabulucularla problemlerini çözüme kavuşturuyorlar. Bunlar genelde avukatlar, profesörler veya eski hakimler oluyorlar. Arabuluculuk mahkeme prosedürlerinden kaçınmak için doğru bir karar olabilir fakat bu insanlara iş başvurularında ve tüketici sözleşmelerinde fark ettirilmeden yaptırılabiliyor. Bu problem hâline gelebiliyor. Örneğin bazı arabulucular kendilerine dava veren firmaları tutuyor olabilirler. Bunlar jüriler olmadığında gerçekleşebilecek bazı durumlar. Peki jürilerin yokluğu iyi bir şey olabilir mi? Aslında jüriler de mükemmel değiller. Para alıyorlar, süreci yavaşlatıyorlar ve hata yapabilirler. Her zaman da gerekli değiller. Mesela insanlar kolayca aralarındaki problemleri çözebildiğinde. Ama avantajları da yok değil. İyi bir şekilde seçildiklerinde halkın tamamını daha iyi temsil ederler ve tekrar seçilmek ya da terfi almak gibi savcıları, milletvekillerini ve hakimleri etkileyecek teşvikleri yoktur. Amerika Birleşik Devletleri'nin kurucuları devlet organlarının kontrolünde halkın tarafsız kesimlerinin bilgeliğine güvenmişlerdir. Ve jüri mahkemeleri sıradan vatandaşlara sosyal dinamiği korumada önemli bir görev vermiş oldu. Peki jüri sistemi ilerleyen yıllarda Amerika'da devam edecek mi?