Pazartesi ve Perşembe günleri ölmeyi öğreniyorum. Onlara nihai günlerim diyorum. Eşim Fernanda bu ifadeyi sevmiyor; fakat ailemden birçok kişi melanom kanserinden öldü. Ebeveynlerimde ve onların ebeveynlerinde vardı. Bu yüzden hep bir gün doktorun karşısında oturduğumu, onun tahlil sonuçlarıma bakıp bana ''Ricardo, sonuçlar pek iyi gözükmüyor. 6 ay ila 1 yıllık ömrün kaldı.'' diyeceğini düşünürdüm. Böyle olunca, kalan zamanınızda ne yapacağınızı düşünmeye başlıyorsunuz. ''Çocuklarla daha çok vakit geçireceğim. Şu yerleri gezeceğim. Dağlara çıkıp ineceğim, dolaşacağım ve daha önce vaktim olmasına rağmen yapmadığım her şeyi yapacağım.'' dersiniz. Ama tabii hepimizin bildiği gibi, bunlar acı tatlı yaşanan anlardır. Yaşaması çok zor. Vaktin büyük bir kısmını muhtemelen ağlayarak geçirirsiniz. O yüzden ben başka bir şey yapacağım dedim. Her Pazartesi ve Perşembe günü, bu nihai günlerimi kullanacağım. O günlerde, kötü haberi alsaydım yapmak isteyeceğim ne varsa onları yapacağım. (Kahkahalar) Düşündüğünüzde -- (Alkışlar) Çalışmanın tersi nedir diye düşündüğünüzde, çoğu zaman keyif yapmak olduğunu zannederiz. ''Keyif yapmaya ihtiyacım var'' gibi şeyler söylersiniz. Fakat aslına bakarsanız keyif fazlasıyla yoğun bir uğraştır. Golf ve tenis oynarsınız, insanlarla buluşursunuz, öğle yemeğine gidersiniz, sinemaya geç kalırsınız. Çok sıkışık bir şeydir keyif yapmak. Çalışmanın tersi, boşluktur. Ama çok azımız boşluk ile ne yapacağını bilir. Hayatımızın genel dağılımına baktığınızda, fark ederiz ki çok paramız olan dönemlerde çok az zamanımız olur. Sonunda zamanımız olduğunda ise, ne paramız, ne de sağlığımız kalmıştır. 30 yıl önce biz şirket olarak bunu düşünmeye başladık. Bu, binlerce çalışanı olan karmaşık bir şirket. Yüz milyonlarca dolarlık roket yakıtı itici sistemleri işi yapan, Brezilya'da 4.000 ATM işleten, binlerce düzine gelir vergisi düzenleyen bir şirket. Yani basit bir iş değil. Şirkete baktık ve dedik ki, hadi bu insanlara gücü havale edelim. Hadi bu insanlara yatılı okul zihniyetini kaldırdığımız bir şirket verelim; işe bu saatte gelir, bu şekilde giyinirsiniz, bu şekilde toplantıya gider, şunları söyleyip bunları söylemezsiniz ve geriye ne kaldı bir bakalım. Buna yaklaşık 30 yıl önce başladık ve tam da bu sorunla uğraşmaya başladık. Dedik ki bakın, emeklilik ve hayatınızın yıllara göre dağılımı sorunu. Dağ tırmanmaya 82 yaşında gideceğinize, neden önümüzdeki hafta yapmıyorsunuz? Şöyle yapacağız: Size Çarşamba günlerinizi, maaşınızın yüzde 10'u karşılığında geri satacağız. Şimdi, eğer hep kemancı olmak istiyorsaydınız, ki muhtemelen olmayacaktınız, gidin ve bunu Çarşamba günü yapın. Gördük ki -- bu programı yaşlılar tercih eder diye düşünmüştük. Programa ilk yazılan kişilerin yaş ortalaması ise elbette 29 çıktı. Böylece bakmaya başladık. İşleri daha farklı yapmalıyız dedik. Şöyle şeyler söylemeye başladık: Ne zaman geldiğinizi, ne zaman gittiğinizi falan niye bilmek isteyelim? Bunu sizden bir şey alabileceğimiz, bir çeşit iş alabileceğimiz şekilde sözleşmeye bağlayamaz mıyız? Neden bu merkez binalarını inşa ediyoruz? Bu sağlam, önemli ve büyük görünme ile ilgili bir ego sorunu değil mi? Ama sırf bu yüzden mi sizi şehrin öteki ucundan buraya sürüklüyoruz? Bu yüzden soruları teker teker sormaya başladık. Şöyle söylerdik: Bir: İnsanları nasıl buluruz? Dışarı çıkıp çalışanları işe almayı denerdik. Onlara ''Bak, bize geleceğin zaman 2-3 mülakattan sonra sonsuza dek bizimle evli kalmayacaksın. Hayatımızın geri kalanı böyle olmayacak. O yüzden, gel, mülakatlara gir. Seninle görüşmek isteyen kim varsa gelecek. Senin doğru kişi olduğunu küçük maddeleri işaretleyerek anlamak yerine, görüşmedeki sezgilerimizin neler doğuracağını izleyelim. Ve sonra, geri gel. Bir öğleden sonranı, bir gününü burada geçir. Kiminle konuşmak istiyorsan konuş. Bizim kendi reklamlarımızda yazdığımız saçmalıklar yerine, düşündüğün gelinin olduğumuzdan emin ol. (Kahkahalar) Yavaş yavaş şu tarz şeyler söylediğimiz bir sürece girdik. Şirkette, gelecekteki çalışanları tarafından görüşmeye alınmamış ve onaylanmamış kimsenin lider olmasını istemiyoruz. Altı ayda bir, herkes anonim şekilde bir lider olarak değerlendirilir. Sonuçlar kişinin o konumda devam edip etmemesi gerektiğini belirler, ki bu bildiğiniz gibi, çoğunlukla duruma bağlıdır. Yani yüzde 70-80 puanları yoksa konumlarını koruyamazlar, ki muhtemelen 10 yıldan fazla genel müdür olmamamın sebebi bu. Zamanla başka sorular da sormaya başladık. Şöyle şeyler söyledik: Neden insanlar kendi maaşlarını belirleyemez? Bunun için ne bilmeleri gerekiyor? Sadece üç şey bilmeniz gerekir: Şirkette çalışan kişiler ne kadar maaş alır, benzer işler için diğer şirketlerde kişiler ne kadar maaş alır ve gücümüzün neye yeteceğini anlamak için şirket genel olarak ne kadar kazanır? Hadi insanlara bu üç parça bilgiyi verelim. Yemekhaneye bir bilgisayar koyduk ve buradan kişiler şu bilgileri öğrenebiliyordu; bir kişi ne kadar harcamış, ne kadar kazanmış, ne kadar yan ödeme almış, şirketi ne kadar kazanmış, kâr marjı neymiş, gibi. Bu, 25 yıl önceydi. İnsanlara bu bilgiler aktıkça, şöyle şeyler demeye başladık; senin harcama raporunu görmek istemiyoruz, kaç gün izin aldığını bilmek istemiyoruz, nereden çalıştığını bilmek istemiyoruz. Bir ara şehrin 14 farklı yerinde ofisimiz vardı. Evinize, görüşeceğiniz müşterinize hangisi yakınsa ona gidin derdik. Bize nerede olduğunuzu söylemeyin. Dahası binlerce çalışanımız varken bile, 5.000 kişi İnsan Kaynakları birimimizde iki kişi vardı ve şükürler olsun ki biri emekliye ayrıldı. (Kahkahalar) Sorduğumuz soru şuydu: Nasıl insanlarla ilgilenebiliriz? İnsanlar sahip olduğumuz tek kaynak! İnsanların peşinden koşup göz kulak olan bir bölümümüz olamaz. Zamanla yöntemimizin çalıştığını gördükçe, aradığımız şeyin şu olduğunu söyledik -- bu sanırım benim nihai günlerde ve şirkette aradığım temel şeydi -- Bilgelik için nasıl hazırlanırsınız? Biz devrimler çağından geldik, sanayi devrimi, malumat çağı, bilgi çağı; ama bilgelik devrine daha yakın değiliz. Daha çok bilgelik için nasıl tasarlamalı, nasıl organize etmeliyiz? Mesela, çoğu zaman en akıllıca ve zeki kararlar harikalar yaratmaz. Şöyle şeyler derdik, hadi haftada 57 cihaz satacağın konusunda anlaşalım. Eğer Çarşamba'ya kadar satarsan, lütfen kumsala git. Bize sorun çıkarma. Bize, üretime, uygulamaya. Sonra yeni şirketleri, rakiplerimizi almak zorunda kalacağız. Sırf çok fazla cihaz sattın diye bir sürü iş çıkacak. Bu yüzden kumsala git ve Pazartesi yeniden başla. (Kahkahalar) (Alkışlar) Yani süreç bilgeliği arıyor. Süreçte tabii ki, herkesin her şeyi bilmesini istedik ve tam anlamıyla demokratik şekilde işleri yürütmek istedik. Yönetim kurulumuzun iki koltuğu, tüm üye oy hakları ile ilk gelen iki kişi için boş bırakıldı. (Kahkahalar) Böylece, çok önemli birçok takım elbiseli ve kravatlı kişinin de bulunduğu yönetim kurulumuzda temizlik görevlisi bayanlar oy kullandı. Gerçek şu ki bizim dürüst kalmamızı sağladılar. Bu süreçte bize gelen kişilere bakmaya başlayınca, bir saniye bekle dedik, insanlar bize gelip şöyle dediler: ''Nereye oturmalıyım?'' ''Nasıl çalışmalıyım?'' ''Beş yıl sonra nerede olacağım?'' Onlara baktık ve dedik ki, ''Çok daha erken başlamalıyız.'' Nereden başlamalıyız? Dedik ki ''Ana okulu başlamak için iyi bir yer gibi''. Böylece bir vakıf kurduk. Bu vakfın 11 yıldır üç okulu var, burada aynı soruları sormaya başladık; bilgelik için okulu nasıl yeniden tasarlarsın? Öğretmenleri daha dönüşümlü kullanmalı, yöneticiler daha çok şey yapmalı, demek bir yöntem. Ama gerçek şu ki şu an eğitim ile yaptıklarımız tamamen çağ dışı. Öğretmenlerin rolü tamamen çağ dışı. Matematik dersinden biyolojiye, biyolojiden 14. yüzyıl Fransa'sına gitmek çok aptalca. (Alkışlar) Nasıl olmalı diye düşünmeye başladık. İnsanları bir araya getirmeye başladık. Bunlara, eğitimi seven kişileri, Paulo Freire gibi, Brezilya'da Eğitim Bakanlığı yapmış iki kişi dâhildi ve şöyle dedik: Bir okulu sıfırdan tasarlasaydık neye benzerdi? Böylece Lumiar isimli okulu kurduk ve Lumiar, ki bir tanesi devlet okuludur, Lumiar şöyle der: Hadi öğretmen dediğimiz rolü ikiye bölelim. Birine ''özel öğretmen'' diyeceğiz. Eski Yunan ''paideia'' kavramındaki özel öğretmen: Çocuğa göz kulak olsun. Evinde neler oluyor, şu an hayatında nerede gibi; ama lütfen öğretme. Çünkü Google'a kıyasla ne kadar az bildiğini bilmek istemiyoruz. Bunu kendine sakla. (Kahkahalar) Şimdi iki özelliğe sahip kişileri getireceğiz: Tutku ve uzmanlık. Kendi mesleklerinde olabilir de, olmayabilir de. Emekli vatandaşları kullanıyoruz, toplumun yüzde 25'ini oluşturup, kimsenin artık istemediği bilgiye sahip olanlar. Onları okula getirip diyoruz ki, bu çocuklara gerçekten neye inanıyorsanız onu öğretin. Bu şekilde matematik öğreten kemancılarımız var. Birçok farklı şeyimiz var, diyoruz ki ders materyallerini artık düşünmeyin. 2'den 17'ye giden yaklaşık on büyük alanımız var. Şöyle şeyler, ''İnsan olarak kendimizi nasıl ölçeriz?'' Matematik, fizik ve diğer her şeyin de yeri var elbet. ''Kendimizi nasıl ifade ederiz?'' Müzik ve edebiyat için de yer var, dilbilgisi için de. Sonra herkesin unuttuğu konular var, belki de hayatta en önemli olan konular. Hayatta en önemli olan şeyler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Sevgi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Ölüm hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Neden burada olduğumuza dair hiçbir şey bilmiyoruz. Okulda bilmediğimiz her şey hakkında konuşabilecek alanlara ihtiyacımız var. Bu yaptıklarımızın büyük bir kısmını oluşturuyor. (Alkışlar) Yıllar içerisinde başka şeylere de girmeye başladık. Dedik ki, neden çocukları azarlayarak onlara otur, buraya gel, onu yap, bunu yap demek zorundayız? Hadi çocuklara, daire dediğimiz şeyi yaptıralım. Daire haftada bir toplanıyor. Çocuklara "Kuralları siz birlikte koyun ve kurallarla ne yapacağınıza siz karar verin" dedik. Birbirinizin kafasına mı vurmak istiyorsunuz? Tamam, bir hafta deneyin. Buldukları kurallar bizdeki kurallar ile aynıydı; ama bu kurallar onlarındı. Böylece güç onlardaydı. Yani onlar bir çocuğu okuldan uzaklaştırma veya atma yetkisine sahipler ve kullanıyorlar. Yani okulculuk oynamıyorsunuz. Gerçekten de karar veriyorlar. Aynı şekilde sayısal bir mozaik tutuyoruz. Çünkü bu, yapılandırıcı veya Montessori veya herhangi başka eğitim sistemi değil, içinde Brezilya müfredatını tuttuğumuz ve çocuklar 17 olmadan onları maruz bırakmak istediğimiz 600 parçalı bir mozaik. Bu mozaiği sürekli takip ediyoruz ve çocukların durumunu biliyoruz. Diyoruz ki: ''Bu konu şimdi ilgini çekmedi. Hadi bir yıl bekleyelim.'' Çocuklar gruplar hâlinde, ama yaşlarına göre sınıflandırılmıyorlar. Yani konusuna hazır 6 yaşında bir çocuk 11 yaşında bir çocuk ile birlikte. Bu da okullarda gördüğümüz çeteleşme ve kutuplaşma gibi sorunları çoğunlukla ortadan kaldırıyor. 0-100 arası notlandırılıyorlar. Notlandırma kendileri tarafından, bir uygulama aracılığı ile birkaç saatte bir gerçekleştiriliyor. Bu süreç onların bir konuda bilmelerini istediğimizin yüzde 37'sine ulaştıklarından emin olana kadar devam ediyor. Böylece onları yeteri kadar bilerek hayata gönderebiliyoruz. Ders konuları ise, ''Dünya Futbol Kupası'' veya ''Nasıl Bisiklet Yaparız''. Öğrenciler 45 günlük ''Nasıl Bisiklet Yaparız'' dersine kayıt oluyorlar. Hadi pi'nin 3,1416 olduğunu bilmeden bisiklet yapmaya çalışın. Yapamazsınız. Hadi herhangi biriniz 3,1416'yı bir şey için kullanmayı deneyin. Daha fazla bilmiyorsunuz. Yani bu kayıp ve bizim okulda yapmaya çalıştığımız da bu: Okulda bilgelik arıyoruz. Bu da bizi hayatımızın dağılımını gösteren grafiğe geri getiriyor. Düşündüğümde, ben bayağı para kazandım. Düşünüp ''artık geri verme zamanı'' dediğinizde -- yani, eğer geri veriyorsan, fazla almışsındır. (Kahkahalar) (Alkışlar) Hep Warren Buffet'ın bir sabah uyanıp, sandığından 30 milyar dolar fazlasına sahip olduğunu fark ettiğini düşünüyorum. Bakıyor ve şöyle diyor, ''Bununla ne yapacağım ki?'' ''Bunu gerçekten ihtiyacı olan birine vereyim.'' ''Bill Gates'e vereyim.'' (Kahkahalar) Benim adamım da, kendisi New York'taki finans danışmanım, bana diyor ki, ''Aptal bir adamsın, çünkü eğer hayatın boyunca paylaşmak yerine, paradan para kazansaydın bugün sahip olduğunun 4,1 katı daha fazla paran olurdu. Ama ben hayat devam ederken paylaşmayı daha çok seviyorum. (Alkışlar) Bir süre MIT'de MBA programında ders verdim. O dönem bir gün Mount Auburn mezarlığına rastladım. Cambridge'de çok güzel bir mezarlık. Etrafında yürüyordum. Doğum günümdü ve düşünüyordum. Etrafından ilk geçişimde, mezar taşlarını gördüm. Büyük şeyler yapmış güzel insanların mezarları ve düşündüm: Ben neyle hatırlanmak istiyorum? Mezarlığı tekrar turladım. İkinci turda aklıma başka bir soru geldi, ki bu soru bana daha iyi geldi: Neden hatırlanmak istiyorum ki? (Kahkahalar) Bence bu soru beni başka yerlere götürdü. 50 yaşımdayken, eşim Fernanda ve ben bir öğleden sonra boyunca oturduk, büyük bir ateş yaktık ve ben bu ateşin içine o zamana kadar yaptığım her şeyi attım. 38 dile çevrilmiş şu kitap, yüzlerce ve yüzlerce yazılmış makale, DVD'ler, olan her şeyi. Bu iki şeyi sağladı. Birincisi, beş çocuğumuzu adımlarımızı, gölgemizi takip etmekten özgürleştirdi. Benim ne işle uğraştığımı bilmiyorlar. (Kahkahalar) Bu da iyi bir şey. Onları bir yere götürüp, onlara "Bir gün, bunların hepsi sizin olacak" demeyeceğim. (Kahkahalar) Beş çocuk hiçbir şey bilmiyor ve bu iyi. İkincisi ise, kendimi geçmişin başarılarının çapasından kurtardım. Nihai günlerimin bir kısmında, her seferinde yeniden başlamakta ve sıfırdan karar almakta özgürüm. Bazı kişiler şöyle diyebilir: "Tabii şimdi senin zamanın, nihai günlerin var, çıkıp her şeyi yapıyorsundur." Hayır, kumsallara gittik, Samoa, Maldivler ve Mozambik'e gittik. Yani bunlar yapıldı. Himalayalar'da dağa tırmandım. Çekiç köpek balıklarını görmek için 60 metre derinliğe indim. Çad'dan Timbuktu'ya deve üstünde 59 gün geçirdim. Manyetik Kuzey Kutbu'na, köpek kızakları üstünde gittim. Yani biraz meşgulduk. Buna da, benim boşalan "ölmeden yapacaklarım" listem diyorum. (Kahkahalar) Bu mantık ile o günlere bakıyorum ve düşünüyorum ki ben emekli değilim. Ben kesinlikle kendimi emekli hissetmiyorum. Yeni bir kitap yazıyorum. Son iki senede üç yeni şirket kurduk. Şimdi bu okul sistemini ücretsiz olarak dünyaya yaymak için çalışıyorum ve fark ettim ki çok ilginçtir, kimse bunu bedavaya istemiyor. 10 yıldır kamu sisteminin, bizim devlet okulumuz gibi bu yeni okul mantığını devralması için uğraşıyorum. Bizim devlet okulumuz, sıralama notlarında 100 üzerinden 43 yerine 100 üzerinden 91 alıyor. Ama ücretsiz olunca kimse istemiyor. Yani belki parayla vermeye başlarsak bir yerlere varabiliriz. Ama bu yapıyı yaygınlaştırmak yapmak istediklerimizden sadece biri. Bence bu durumun bizden hepinize bıraktığı mesaj, sanırım şöyle bir şey: Hepimiz Pazar akşamı nasıl evden e-postalar gönderileceğini ve evden çalışılacağını öğrendik. Ama çok azımız Pazartesi öğleden sonraları sinemaya gidebilmeyi öğrendi. Eğer bilgelik arıyorsak, bunu da nasıl yapacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Yani bunca yıldır yaptıklarımız aslında çok basit, ufak bir araç kullanıyoruz: Üç kere arka arkaya neden sorusunu sormak. Çünkü ilk neden için her zaman iyi bir cevabın olur. İkinci neden, biraz daha zorlaşır. Üçüncüsüne geldiğinde, yaptığın şeyi gerçekten neden yaptığını bilmezsin. Sonuç olarak sizi bırakmak istediğim tohum ve düşünce, eğer bunu yaparsanız, "ne için" sorusuna gelecek misiniz? Bunu ne için yapıyorum? Umarım bunun sonucu olarak ve zamanla, umarım bununla, bu benim sizin için dilediğim şey daha bilge bir geleceğiniz olur. Çok teşekkürler. (Alkışlar) (Bu inanılmaz) Chris Anderson: Ricardo, görünen o ki biraz çılgınsın. (Kahkahalar) Çoğu kişi için bu çılgın görünüyor. Ama bununla birlikte derinlemesine bilgece. Birleştirmeye çalıştığım parçalar şunlar: Fikirlerin çok radikal. Nasıl oluyor da, iş yerinde mesela, bu fikirler bir süredir var. Bu fikirlerini uygulayanların sayısı muhtemelen hâlen düşük değil mi? Hiç büyük bir şirketin bu fikirlerinden birini uyguladığı ve senin de "Evet!" dediğin oldu mu? Ricardo Semler: Oluyor. İki hafta önce oldu, Richard Branson ve adamları "Artık tatillerinizi kontrol etmek istemiyoruz" dediler. Netflix biraz şunu bunu uyguluyor; ama çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Ben bunun belki biraz misyonerin hevesi gibi olduğunu görmek istiyorum; ama bu çok kişisel bir istek. Gerçek şu ki biraz kontrolü kaybetmek inanç gerektiriyor ve kontrole sahip neredeyse kimse buna inanmaya hazır değil. Bunun çocuklardan ve şirketleri farklı şekilde kuran diğer kişilerden gelmesi gerekecek. CA: Yani kilit nokta bu. Senin bakış açından, kanıt orada, şirketler açısından bu çalışıyor, ama insanların yalnızca cesaretleri yok. RS: Niyetleri dahi yok. Şirketi 90-günlük emirlerle yönetiyorsun. Çeyrek dönem raporu var. 90 günde iyi değilsen, dışarıdasın. Sonra bu kişilere diyorsun ki, "Harika bir program var, bir nesilden daha kısa bir sürede..." Ve adam "Çık buradan dışarı" diyor. Yani sorun bu. (Kahkahalar) CA: Eğitim ile yapmaya çalıştığınız şey bana inanılmaz derecede derin geliyor. Herkes kendi ülkesinin eğitim sisteminden şikayetçi. Kimse Google ve bu kadar teknolojik çeşidin olduğu bir dünyaya henüz yetiştiğini düşünmüyor. Diğer yandan sizin bu sistemden geçen çocukların performanslarında çarpıcı artışları olduğuna ilişkin gerçek kanıtlarınız var. Bu fikirleri ilerletmeniz için biz ne yapabiliriz? RS: Bence bu "zamanı gelen fikirler" sorunu ve bu konularda hiç bir zaman çok istekli olmadım. Dışarıya koyuyoruz. Sonra bir bakıyorsun birileri var -- mesela Japonya'da bir grup var, ki beni fazlasıyla korkutuyor. Kendilerine Semlerist'ler diyorlar ve 120 tane şirketleri var. Beni çağırdılar ve hep gitmeye korktum. Hollanda'da bir grup var, 600 Hollandalı küçük şirket. Bu kendi kendine büyüyecek bir şey. Bir kısmı hatalı gidecek ve bu önemli değil. Kendi yerini bulacak. Benim korktuğum şey diğeri, şöyle diyor, "Bu o kadar güzel ki yapmalısınız. Hadi bir sistem geliştirelim, bir sürü para yatıralım ve insanlar bunu ne olursa olsun yapsın." CA: Tüm hayatın boyunca sıra dışı sorular sordun. Bana öyle geliyor ki bunların bir çoğunu körükleyen onlar oldu. Daha başka soruların var mı, bize, TED'e, buradaki gruba? RS: Dönüp dolaşıp hep aynı sorunun farklı türlerine geliyorum, bu soruyu oğlum bana üç yaşındayken sormuştu. Jakuzide oturuyorduk ve dedi ki, "Baba, biz neden varız?" Başka bir soru yok. Kimsenin başka sorusu yok. Hepimizde, üç yaşımızdan itibaren, bu sorunun değişik şekilleri var. Bir şirkette, bürokraside, bir kurumda zaman harcadığınızda, diyorsunuz ki "Tanrım..." -- kaç kişinin ölüm döşeğinde "Ah keşke ofiste biraz daha zaman geçirseydim." dediğini duydunuz. Yani asıl konu, cesaretimizin şimdi olması, bir haftaya değil, iki ay sonra değil, bir şeyinizin olduğunu öğrendiğinizde değil -- "Hayır, bunu ne için yapıyorum?" demek için. Her şeyi durdurup, "Hadi başka bir şey yapayım." diyebilmek ve sonunda iyi olacak. Şu an yapmakta olduğunuzdan çok daha iyi olacak, eğer bir süreçte tıkandıysanız. CA: Bana öyle geldi ki TED'in sondan bir önceki gününü tamamlamak için bu derin ve çok güzel bir yol. Ricardo Semler, çok teşekkürler. RS: Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)